13 Haziran 2009 Cumartesi
26 Nisan 2009 Pazar
4 Nisan 2009 Cumartesi
Sıkıntı - part 4
ders çalışmam lazım ama dışarıda bahar geldi kuşlar cıvıldıyor. evde feci sıkılıyorum...
30 Mart 2009 Pazartesi
29 Mart 2009 Pazar
power xl
o zamanlar bu lounge müzik rezaleti yerine power xl çok güzel yayınlar yapardı nostalji üzerine kuruluydu. sonra ben sevgilimle konuşa konuşa sabahlardım. sabahlarken hep bu radyoyu dinlerdim sabah olunca meydana çıkar simit alır gelir kahvaltı niyetine onu yerdim. o sene iki dersim olduğu ve haftada 1 gün okula gittiğim için çok rahat sabahlayabiliyordum, o ise hazırlıktaydı 8 de uyumadan okula gidiyordu bende yatıyordum o gidince... günleri sayıyordum bugün olduğu gibi onun yanına gitmek için..
sensizlik
bir kere geçici bir sensizlik yaşamıştım. evde makarna kokusu monitörün önünde biralar vardı güneş yeni yeni ışıyordu ve içimdeki sıkıntıyı anlatabileceğim birisi yoktu çünkü birilerini aramak için bir telefonum bile yoktu. evdede kimse yoktu
geçicisi böyleyse gerçeği nasıl olur kimbilir...
geçicisi böyleyse gerçeği nasıl olur kimbilir...
23 Mart 2009 Pazartesi
yeter !
bir grup düşünün ki bu grupta beş kişi var ve beşide raksıtar. O gruptan tabii ki hayır gelmez nereye kadar kaprisle. yeter artık denir bir yerden sonra ...
15 Mart 2009 Pazar
evet 6
dün çok yorgun olduum için yazamadım ama ankaradaydım yeni geldim ve sevgilim ile çok güzel 1.5 gün geçirdim hıh
ayrıca 84.6 kilo filanım küçük oynamalar ile. Almıyorum yavaşçada olsa veriyorum !
ayrıca 84.6 kilo filanım küçük oynamalar ile. Almıyorum yavaşçada olsa veriyorum !
4 Mart 2009 Çarşamba
evet 5
kilo vermek için yürüyüşlerimi yağpmur nedeniyle keseli neredeyse on gün olacak. Bu on gün içerisinde yedim içtim ankaraya gittim geldim. Pekte hareketsiz kaldım buna rağmen 85.3 idim ama demin tartıldığımda 85.6-85.8 arasında oynadı tartı. Hemde sabah aç karnına değil akşam saatlerinde aklıma geldi de tartıldım. Demekki muhafaza etmeyi başarıyorum. Kilo vermek kadar almamak ta önemli. Evet ışıllayken kızartmada yedim kolada içtim votkada içtim 3 gün sabote etmiş olduk ama yediklerimi de çoğunluğuyla yakmışım. Güneş açsada yürüsem. Başarılarımın devamını diliyorum...
21 Şubat 2009 Cumartesi
evet 4
87 ile başladığımız inat yolculuğuna bugün 85.4 ü görerek devam ediyoruz. Uyandığımda tartıldım ve bu kiloyu gördüm 3 günde 1.5 kilo verdim. Brava bana. Bugün yağmur yağdığı için yürüyüş yapamıyorum ama ara sıra evde mekik filan çekerim birşeyler yaparım. Yarın zaten full dışarıda olacağım. Çok az yiyorum gırtlağı tutuyorum. Olacak bu iş. Sevgilime selam yola devam ...
Facinoz
Facinoz
20 Şubat 2009 Cuma
Street Fighter OST
Sene 95, annemin beni götürdüğü tüm filmlerin manyak gibi soundtracklerini topluyorum ne gerek varsa. Sinemalara Street Fighterın filmi gelmişti. E okadar ataride oyunlarını oynadıktan sonra beni kimse tutamazdı. Film çok afedersiniz ama bok gibiydi. MBison dışında hiç bir karakter oyundakine benzemiyordu. Jan külot van sütyenin canlandırdığı Guile tiplemesi ise tam bir kepazelikti. Dhalsim bambaşka bir kepazelikti. Cammy çok alakasızdı. Ben gittim bununda soundtrackini aldım o zaman. Kasedi hala çekmecede duruyor. Bu tarz filmlerdeki hatalardan biride oyun müzikleri Power Metal ayarında olmasına karşın film müzikleri anlamsızca Hip-Hop . Bu kasette genelde 2-3 şarkı dışında Rap Hip-Hop ayarında ama içinde çok bomba iki şarkı mevcut ve ikiside sanki insanlar bunlara gelene kadar kasedi sıkılıp atdın diye en sona sıkıştırılmış.
Bu iki şarkıdan biri Angelique Kidjo - Worth Fighting For . Orta ritmde güzel bir şarkı. Abla zaten başarılı bir abla. Dolayısıyla albümdeki zıttırılar arasında sıyrılan öne çıkan bir çalışma. İkinci şarkı ise hemen worth fighting fordan sonra albümün kapanış şarkısı olan Chage & Aska - Something There. Bu biraz daha 90 ların amerikasındaki popüler rock tarzını yansıtan bir şarkı. Annemle arabada hep dinlerdik. Şimdi çaldığımda annem hala gelip neydi bu diyor. Ben de her seferinde anlatıyorum hatırlatıyorum.
evet 3
Bugün uyandım, annem yemem için köfteli bezelye bırakmıştı ocağın üstüne. Bir tartılayım dedim. 3 gün önce 87 gösteren tartı 85.7 gösterince bir sevindim bir sevindim. Durmak yok yola devam dedim attım kendimi yollara. Harç yatırmam gerekiyordu yürüyerek fulya garanti şubesine girdim 210 ytl harç bayıldım. Yürüyerek beşiktaşa gittim dolmuşla taksime çıktım meydandan emrelerin dükkana yürüdüm. Yürürken çok acıktığım için bir adet minik kır pidesi yedim. Dükkana gittim gitarı taşımak çok zor olduğu için kafaya koymuştum artık Gigbag almayı. 100 kağıtta ona bayıldım ama piyasadaki en iyi şeyi aldım böyle 7 tane gözü var herşeyi taşıyabilirim. Yurtdışına giderkende tabiiki HardCase i taşıyacağım. Stdyolarda kullanacağım bunu sadece. Emre gidip depodan getirirken bir keredaha yürüdüm dolaştım istiklale kadar. Sonra geri geldim yağızı bekledim. Azıcık prova yaptık sonra meydana yürürken önce Gül ile sonrada Özgün Leman Şule üçlüsüyle karşılaştık. Sonra yağızla tavuk yedik. Bunun akabindede taksimden eve yürüyerek dönüyordum ki osmanbeyde çok üşüdüm burnum akmaya başladı ve 1 durak metroyla geldim. Yani mesafenin yarısını yürümüş oldum. Böylece rejim ve diyet adına başarılı bir gün daha yaşamış bulundum.
19 Şubat 2009 Perşembe
Adiemus
Beste yapmak istedim, bir an önce üçüncü albümü tamamlayıp kayıt aşamasına geçmek istiyorum ama bazı şeyler zorlamayla olmuyor zamana bırakmak gerek. Madem birşeyler çalamıyorum, birşeyler yazayım dedim.
Ben küçükken cumartesi günleri beni anneannemlere bırakırlardı. Dayımda genç tabii o zaman. Evde değilse benim için bilgisayarı açık bırakırdı oynayayım diye. Yada evdeyse kendisi oynardı. Bana da devamlı müzik dinletirdi. Geniş bir klasik müzik ve new age arşivi vardır hala. O zamanlar ikimizin de sevdiği belli başlı şeyler vardı. Mesela GrandPrix oynarken Adiemus dinlerdik. Çok severdim o zaman Adiemusu. CD filan da yaygın değil o zamanlar kaset var. Dayımda cd player var ama bizde müzik seti bile yok, bahsettiğim zaman 95 filan. İşte o zamanlar dayımın odası benim için müzik dinleme mekanıydı. Adiemus çok dinlendirici bir müzik. Yıllar sonra Kaset, cd derken MP3 98 gibi çıktı ve yayıldı. Şu an elimde Adiemus 1 ve 2 mp3 olarak var. Şu an vikipediadan öğreniyorum ki bu KARL JENKİNS amcanın projesiymiş ve biri live olmak üzere 9 albüm varmış bu proje dahilinde. Hep merak ederdim şarkıların dilini. Yıllar sonra öğrendimki sözler sallamaymış. Yani yazılı bir lirik mevcut değil şarkılar mırıldanma şeklinde. Elimdeki albümlerde Keyboard dışında elektrikli bir enstrumanda yok müzikte. Tam rahatlama müziği. Bu da projeye adını veren şarkı Adiemus işte. Songs of Sanctuary albümünün ilk şarkısı. Güzel bir giriş değil mi...
Ben küçükken cumartesi günleri beni anneannemlere bırakırlardı. Dayımda genç tabii o zaman. Evde değilse benim için bilgisayarı açık bırakırdı oynayayım diye. Yada evdeyse kendisi oynardı. Bana da devamlı müzik dinletirdi. Geniş bir klasik müzik ve new age arşivi vardır hala. O zamanlar ikimizin de sevdiği belli başlı şeyler vardı. Mesela GrandPrix oynarken Adiemus dinlerdik. Çok severdim o zaman Adiemusu. CD filan da yaygın değil o zamanlar kaset var. Dayımda cd player var ama bizde müzik seti bile yok, bahsettiğim zaman 95 filan. İşte o zamanlar dayımın odası benim için müzik dinleme mekanıydı. Adiemus çok dinlendirici bir müzik. Yıllar sonra Kaset, cd derken MP3 98 gibi çıktı ve yayıldı. Şu an elimde Adiemus 1 ve 2 mp3 olarak var. Şu an vikipediadan öğreniyorum ki bu KARL JENKİNS amcanın projesiymiş ve biri live olmak üzere 9 albüm varmış bu proje dahilinde. Hep merak ederdim şarkıların dilini. Yıllar sonra öğrendimki sözler sallamaymış. Yani yazılı bir lirik mevcut değil şarkılar mırıldanma şeklinde. Elimdeki albümlerde Keyboard dışında elektrikli bir enstrumanda yok müzikte. Tam rahatlama müziği. Bu da projeye adını veren şarkı Adiemus işte. Songs of Sanctuary albümünün ilk şarkısı. Güzel bir giriş değil mi...
yumuşacık
dünde rejimi bozmadım önceki günle aynı şeyleri yedim.
Bugünde öğlen bezelye yedim sadece, akşam ise uzun süredir görüşmediğim bi arkadaşa rastladığım için azıcık bozmak durumunda kaldım, 1 şiş adana, azıcık bulgur yedim ama yanında salatamı yemeyide ihmal etmedim, dürüm alsam yiyeceğimden çok daha az lavaş yedim pazartesiye kadar tartılmayacağım, yağmur yağdığı için sinüzit olmaktan korktum ve yürüyüşümü bugün kısa tuttum.
Bugünde öğlen bezelye yedim sadece, akşam ise uzun süredir görüşmediğim bi arkadaşa rastladığım için azıcık bozmak durumunda kaldım, 1 şiş adana, azıcık bulgur yedim ama yanında salatamı yemeyide ihmal etmedim, dürüm alsam yiyeceğimden çok daha az lavaş yedim pazartesiye kadar tartılmayacağım, yağmur yağdığı için sinüzit olmaktan korktum ve yürüyüşümü bugün kısa tuttum.
17 Şubat 2009 Salı
evet !
bugün ışıla verdiğim sözü tutmaya başladım iyice.
Sabah 1 kase çorba
öğlen 1 bardak portakal suyu
akşam 5 küçük köfte, yine çorba ve salata yedim.
gece acıkırsam belki bir kase yoğurt yerim. kendimi tutuyorum
evet başarıyorum.
Sabah 1 kase çorba
öğlen 1 bardak portakal suyu
akşam 5 küçük köfte, yine çorba ve salata yedim.
gece acıkırsam belki bir kase yoğurt yerim. kendimi tutuyorum
evet başarıyorum.
Kilitler
Aslında albümü incelemeyle ilgili bir yazı yazacaktım ama albümü mü yoksa bana hissettirip hatırlattıklarını mı yazayım karar veremedim. En iyisi ikisinede değinmek. Hiç boş bırakmamamak.
Albümü ilk olarak sağda solda çalan tvde klibi dönen Bıraktım isimli şarkıyla buldum. Özge Fışkınıda önceden tanımıyordum. Levent Yüksele Sertaba filan vokal yapmış vaktiyle. Zaten albümde birkaç şarkıda Leventi duymak mümkün. Favori şarkılarım Bıraktım, Mucize, Bahçe ve Çok. Albümün prodüktörü Cenk Eroğlu. Yani tuşesine taptığım adam. Türkiyenin en iyi gitaristi bana göre. Albümdede gitarları o çalmış zaten. Bıraktım şarkısını ilk duyduğumda bune lan dediydim öyle indirmiştim.
Albümü ilk olarak sağda solda çalan tvde klibi dönen Bıraktım isimli şarkıyla buldum. Özge Fışkınıda önceden tanımıyordum. Levent Yüksele Sertaba filan vokal yapmış vaktiyle. Zaten albümde birkaç şarkıda Leventi duymak mümkün. Favori şarkılarım Bıraktım, Mucize, Bahçe ve Çok. Albümün prodüktörü Cenk Eroğlu. Yani tuşesine taptığım adam. Türkiyenin en iyi gitaristi bana göre. Albümdede gitarları o çalmış zaten. Bıraktım şarkısını ilk duyduğumda bune lan dediydim öyle indirmiştim.
Hava yeni aydınlanıyordu. Eve yeni gelmiştim. Taze taze gaspedilmiştim. Telefonum ve foto makinemi almışlardı. Işılda uçmuş gitmişti. Annem de yoktu. Etrafta Işıldan kalma eşyalar, bira şişeleri, yemekler ve Işılın kokusu saçılmış duruyordu. Saat beşti ve konuşacak hiç kimse de yoktu. MSNde bir tek Gökhan vardı. Işıla mesaj attırdım onun telefonundan. Açtım bu albümü dinledim. Günler geçti sınavlara çalışırken hep bu albüm çaldı. Onu beklediğim her gün bu albüm çaldı. Dinledim ve her gece sabahı bekledim arayacak diye. Devamlı telefona baktım mesaj gelir diye. Beni çaldır ben telefonu salona bağlayayım ki uzunca konuşabilelim diyordum. Aklımda hep havaalanında sarılıp ağlaması vardı. Hiç öyle birşey yaşamamıştım. Bana yemek yapışını videoya çekmiştim ama izleyecek aktaracak makinem yoktu. 7-8 arası konuşuyorduk sonra ben yatıyordum. 12 de kalkıp spora gidiyordum. Deliler gibi spor yapıyordum. Sonra eve gelip uyuyordum ki gece o arayana kadar ayakta kalabileyim diye. Pazartesi geleceğini söylediğinde açtım yine bu albümü dinledim. Aklıma kaplumbağa ile oynaması geldi. O yokken onu istanbulda gezdirdiğim yerlere gittim. O yanımdaymış gibi hayal ettim. Hem ben anladım hem o farketti sevgiyi. Koltukta oturup uyumasını izlerken yakalanışım aklıma geldi. Ağlaya ağlaya izlemiştim onu 3 gün sonra gidecek diye. Sonra döndü ve ona bir daha gitme dedim. Bir dahada gitmedi.
Bir mucize olsa, şu an zaman dursa...
Bir mucize olsa, şu an zaman dursa...
Yazmaya Değer...
Ben bu blogu sıkıntımı gidermek için açmıştım. Yani sıkıntım vardı evet ama şimdi bir sıkıntım yok ve blog boş boş duruyor. Bunun üzerine sadece sıkıntıyı değil ölümsüz olmaya değer şeyleri de yazmaya karar verdim.
Mesela geçen hafta... Sınav stressleri, notlar, Rüstemin evi, astım, menisküs, albüm diye geçen bir dönemin sonunda dünyalar güzeli bir kızı süzerek geçirdiğim , yağmurlu karlı olacağı söylenirken sırf ben oradayım diye ben gidene kadar doğanın bile bize kıyak geçtiği güneşli bir hafta... Işılımın yüzünün gülmesini çok seviyorum. Sıkıntılarına rağmen bol bol güldürdüm onu, sıkıntısında ise yanında olmayı başardım. En azından başarmak için birşey yapamayacağım günler uzun bir süre geri gelmeyecek. Şimdi herşeyimi tekrar ona adayabilirim, onu bırakıp birşeyler çalışmak biryerlere gitmek başka şeylerle boğuşmak zorunda değilim. Gittim 5 gün Hüseyinin tepesinde oturdum. Hem kartını alıyoruz hem yatağında yatıyoruz bu çocuğa borcumuzu nasıl öderiz bilmiyorum çok kral adam. O olmasa anakarada uzun uzun kimde kalabilirdim bilmiyorum.
Bugünlerde herşey güzel gidiyor. İyisiyle kötüsüyle bir hafta sevgilimle kaldım, istanbula geldim uzun süreden sonra grupla stdyo yaptık. En son bıraktığım zamana göre durum baya iyiydi. Mutlu oldum. Kavga gürültü yoktu, herkes son konsere göre ilerlemişti. Gürkan pena kullanmayı öğrenmiş, Süha ile Elif arasında gergin hava yoktu Süha gülümseyerek çalıyordu bu sefer. Elif yine yüzsüzdü tabi herzamanki gibi. Ankaradan bir sürü sevgi mesajları geldi ve mutluydum. Gece sevgilim benden Eternal Sunshine of the Spotless Mind ı izlememi istedi. DVDye çekmiştim ama izlememiştim bende merak ediyordum aslında. Gece oturdum onu izledim üçe kadar. Film aşırı derecede rahatsız edici izlerken çok rahatsız oldum. Film bana düşündürdü, ışılla böyle birşey yaşamak istemem. Işıl beni unutsa ne yaparım dedim, canım sıkıldı günün sonunda koydum kafayı uyudum...
Bugün ise ayrı bir güzeldi, sevgilim uyandığımda okula derse gitmişti. Bende kalktım bir duş aldım. Saçlarım bok gibiydi temizlendim rahatladım sonra dışarı çıktım. Beşiktaşa indim. Ümitcana söz vermiştim söyleşi için pentagramın menejerinin numarasını alacağıma. Cenk abiye sordum Yeşim Doryan dedi cep numarasını verdi. Aynı zamanda bu kişi Şebnem Ferahında menejerliğini yapıyormuş. Banane ki. Ben aradım verdim numarayı Ümite. Sonra çok uzun süredir beşiktaşa gelmediğimi farkettim. Kendimi çocukluğumu ağırlayan yere ihanet etmiş gibi hissettim. Herşeyi çok özlemişim. Sokaklarını, balık pazarını, kabalcı kitapevini, sinanpaşayı... Yağızın kamera kasedini Cenk abiyle götürüp DVDye çekilmek üzere biyere bıraktık. Sonra Cenk abi gel bakalım nerelerdesin sen dedi anlattırdı nerelerde olduğumu, gitmediğim sürede yaşadıklarımı. Ben lisedeyken her cuma giderdim onun dükkanına beşiktaşa inip. Oraya gitmeyince huzursuz olurdum, oranın kokusunu alıp duvarlarına bakıp rahatlardım. Cenkte bana şunu al bunu dinle falan deyip ufkumu genişletirdi. Pek çok kişiyle tanışmışımdır orada. Bugünde yeni biriyle tanıştım. AngelSkull diye eski bir grup vardı onun gitaristiymiş. Şimdi Hostluk yapıyormuş uçaklarda. Bana avrupada gittiği şehirleri anlattı. Bahadırıda tanıyormuş baya bir müzik muhabbeti yaptık. Bir saat kadar orada oturdum. Sonra dışarı çıktım tekrar uğrayacağımı söyleyip. Hava çok güzeldi ve ben kahvaltıyla duruyordum saat üç olmuştu birşeyler yiyesim geldi. Yolda yürürken Define Büfe yi gördüm. Bütün çocukluğum buradan döner yemekle geçti. En son 2002 de yedim sanırım sonra tadilat oldu orada. Döner kesen abiyi (yusuf sanırım adı) ve Kunt abiyi göremediğim için el değiştirdi sanmıştım. Fakat baktım Döner kesen abi içerde bir daldım içeri. Yüzüme baktı. İsmin Barışmıydı Savaşmıydı dedi. Yıllar sonra beni unutmamış olması feci mutlu etti beni. Bir pide döner istedim başladık sohbete. Bana çocukluğumu anlattı sakalın yoktu çok büyümüşün ama hareketlerin hep aynı hiç değişmemişin dedi. Çok özlediğimi anladım. Kuntu sordum. Balık pazarının arkasında BABALIK diye lokanta açmışlar orada takılıyormuş. Çok kafa adamdı Yusuf döner keserken Kunt kaldırıma çıkar " Ne olur buyrun, yalvarırım buyrun" diye bağırırdı. Bana çikolatalı döner keserdi. Abuk subuk muhabbetler ederdi. Godzilla VCD mi ona götürüp hediye etmiştim filmi merak ediyor diye. onun civarda olduğunu duyunca tutamadım kendimi. Nasılsa yakın bir selam vereyim dedim. Mekana gittiğimde içeride gördüm onu. Bir masadaki müşterinin çay boşlarını topluyordu. Yüzümü görünce dondu kaldı. Savaş! dedi. Hoşgeldin kardeşim dedi sarıldı öptü. Çok özlediğimi anladım. Hem onu hem çocukluğumu çok özlemişim. Bu sabah seni ve birkaç genç arkadaşı düşündüm hep aklımdasınız siz gençler dedi. Ne olur otur birşeyler içelim dedi. Derya geleceği için eve dönmem gerekiyordu vede gitarın tellerini değiştirmeliydim. Hafta içinbde geleceğim abi oturur uzun uzun konuşuruz ben sadece sana selam vermedengitmek istemedim dedim. Çok mutlu oldu adam. Bende beni bu kadar önemsemesinden çok mutlu oldum. Ben hergün 12 itibariyle buradayım bir pazarları yokum dedi. Burası senin mekanın gel birşeyler ikram edeyim istediğin zaman dedi. Normalde dersin ki ne bu samimiyet eşinmi dostun mu sadece sana döner sattı dersin. Ama sarılışında hissettim, sanki uzun süre görüşmeyen arkadaşlar gibiydik. Işılın okulda olduğu bir gün gideceğim yanına. Dönerci de Kuntta bana müziği sordular. Onlara bundan bahsettiğimi hatırlamıyorum. Dershaneye giderken oturur döner yerdim. Beşiktaşı o zaman eğlenceli kılan adamlardı onlar. St.Michelden çıkar nişantaşı gerekli şeylere gider Spawn alır eve gelir okur beşiktaşa iner definede döner yerdik. Sonrada Sinanpaşaya gider oyunlara bakardık. Şimdi tutupta o günleri özlüyorum diyemem çünkü Işılsız bir zamanı özleyemem..
Aklım orada kalarak çıktım yürüdüm eve. Derya aradı geldi. Ben telleri değiştirirken sohbet ettik. Ona aldığım Alien posterini ve rotring kalemleri görünce oda çok mutlu oldu. Derya çok iyi çocuk çok seviyorum onu, iyi bir dost. Sonra çıktık o metro büse bindi bende metroya indim. Şişhane hattı hala açılmamış mecburen meydanda indim. Tam indim bahadır aradı nerdesin diye. Galatasarayda buluştuk. minicik bir pide döner yedim. Et değil tavuktu. Yolda Barbarosla karşılaştım. Gitarın sapını cilalatmış. Pil aldım pedala. Oradan stdyoya geçtik. Çaldık sonra taksiye atladım eve geldim. Hafif kar yağıyor şimdi. Ve ben sevgilimin eksikliğini günün her saniyesinde fazlasıyla hissediyorum. Gündüz bunları yaşarken keşke o yıllarda ışılda olsa dedim. Oda bana diyordu ben sana keşke lisede aşık olsaydım diye. Evet, keşke lisede bulsaydım onuda şimdi anlattığım bu satırlarda o eksik olmasaydı. İnsanlar beni müzikle değil Işılla hatırlasalardı. Yada ben şimdi pencereden yağan karı elim onun saçlarında izleyebilseydim..
Mesela geçen hafta... Sınav stressleri, notlar, Rüstemin evi, astım, menisküs, albüm diye geçen bir dönemin sonunda dünyalar güzeli bir kızı süzerek geçirdiğim , yağmurlu karlı olacağı söylenirken sırf ben oradayım diye ben gidene kadar doğanın bile bize kıyak geçtiği güneşli bir hafta... Işılımın yüzünün gülmesini çok seviyorum. Sıkıntılarına rağmen bol bol güldürdüm onu, sıkıntısında ise yanında olmayı başardım. En azından başarmak için birşey yapamayacağım günler uzun bir süre geri gelmeyecek. Şimdi herşeyimi tekrar ona adayabilirim, onu bırakıp birşeyler çalışmak biryerlere gitmek başka şeylerle boğuşmak zorunda değilim. Gittim 5 gün Hüseyinin tepesinde oturdum. Hem kartını alıyoruz hem yatağında yatıyoruz bu çocuğa borcumuzu nasıl öderiz bilmiyorum çok kral adam. O olmasa anakarada uzun uzun kimde kalabilirdim bilmiyorum.
Bugünlerde herşey güzel gidiyor. İyisiyle kötüsüyle bir hafta sevgilimle kaldım, istanbula geldim uzun süreden sonra grupla stdyo yaptık. En son bıraktığım zamana göre durum baya iyiydi. Mutlu oldum. Kavga gürültü yoktu, herkes son konsere göre ilerlemişti. Gürkan pena kullanmayı öğrenmiş, Süha ile Elif arasında gergin hava yoktu Süha gülümseyerek çalıyordu bu sefer. Elif yine yüzsüzdü tabi herzamanki gibi. Ankaradan bir sürü sevgi mesajları geldi ve mutluydum. Gece sevgilim benden Eternal Sunshine of the Spotless Mind ı izlememi istedi. DVDye çekmiştim ama izlememiştim bende merak ediyordum aslında. Gece oturdum onu izledim üçe kadar. Film aşırı derecede rahatsız edici izlerken çok rahatsız oldum. Film bana düşündürdü, ışılla böyle birşey yaşamak istemem. Işıl beni unutsa ne yaparım dedim, canım sıkıldı günün sonunda koydum kafayı uyudum...
Bugün ise ayrı bir güzeldi, sevgilim uyandığımda okula derse gitmişti. Bende kalktım bir duş aldım. Saçlarım bok gibiydi temizlendim rahatladım sonra dışarı çıktım. Beşiktaşa indim. Ümitcana söz vermiştim söyleşi için pentagramın menejerinin numarasını alacağıma. Cenk abiye sordum Yeşim Doryan dedi cep numarasını verdi. Aynı zamanda bu kişi Şebnem Ferahında menejerliğini yapıyormuş. Banane ki. Ben aradım verdim numarayı Ümite. Sonra çok uzun süredir beşiktaşa gelmediğimi farkettim. Kendimi çocukluğumu ağırlayan yere ihanet etmiş gibi hissettim. Herşeyi çok özlemişim. Sokaklarını, balık pazarını, kabalcı kitapevini, sinanpaşayı... Yağızın kamera kasedini Cenk abiyle götürüp DVDye çekilmek üzere biyere bıraktık. Sonra Cenk abi gel bakalım nerelerdesin sen dedi anlattırdı nerelerde olduğumu, gitmediğim sürede yaşadıklarımı. Ben lisedeyken her cuma giderdim onun dükkanına beşiktaşa inip. Oraya gitmeyince huzursuz olurdum, oranın kokusunu alıp duvarlarına bakıp rahatlardım. Cenkte bana şunu al bunu dinle falan deyip ufkumu genişletirdi. Pek çok kişiyle tanışmışımdır orada. Bugünde yeni biriyle tanıştım. AngelSkull diye eski bir grup vardı onun gitaristiymiş. Şimdi Hostluk yapıyormuş uçaklarda. Bana avrupada gittiği şehirleri anlattı. Bahadırıda tanıyormuş baya bir müzik muhabbeti yaptık. Bir saat kadar orada oturdum. Sonra dışarı çıktım tekrar uğrayacağımı söyleyip. Hava çok güzeldi ve ben kahvaltıyla duruyordum saat üç olmuştu birşeyler yiyesim geldi. Yolda yürürken Define Büfe yi gördüm. Bütün çocukluğum buradan döner yemekle geçti. En son 2002 de yedim sanırım sonra tadilat oldu orada. Döner kesen abiyi (yusuf sanırım adı) ve Kunt abiyi göremediğim için el değiştirdi sanmıştım. Fakat baktım Döner kesen abi içerde bir daldım içeri. Yüzüme baktı. İsmin Barışmıydı Savaşmıydı dedi. Yıllar sonra beni unutmamış olması feci mutlu etti beni. Bir pide döner istedim başladık sohbete. Bana çocukluğumu anlattı sakalın yoktu çok büyümüşün ama hareketlerin hep aynı hiç değişmemişin dedi. Çok özlediğimi anladım. Kuntu sordum. Balık pazarının arkasında BABALIK diye lokanta açmışlar orada takılıyormuş. Çok kafa adamdı Yusuf döner keserken Kunt kaldırıma çıkar " Ne olur buyrun, yalvarırım buyrun" diye bağırırdı. Bana çikolatalı döner keserdi. Abuk subuk muhabbetler ederdi. Godzilla VCD mi ona götürüp hediye etmiştim filmi merak ediyor diye. onun civarda olduğunu duyunca tutamadım kendimi. Nasılsa yakın bir selam vereyim dedim. Mekana gittiğimde içeride gördüm onu. Bir masadaki müşterinin çay boşlarını topluyordu. Yüzümü görünce dondu kaldı. Savaş! dedi. Hoşgeldin kardeşim dedi sarıldı öptü. Çok özlediğimi anladım. Hem onu hem çocukluğumu çok özlemişim. Bu sabah seni ve birkaç genç arkadaşı düşündüm hep aklımdasınız siz gençler dedi. Ne olur otur birşeyler içelim dedi. Derya geleceği için eve dönmem gerekiyordu vede gitarın tellerini değiştirmeliydim. Hafta içinbde geleceğim abi oturur uzun uzun konuşuruz ben sadece sana selam vermedengitmek istemedim dedim. Çok mutlu oldu adam. Bende beni bu kadar önemsemesinden çok mutlu oldum. Ben hergün 12 itibariyle buradayım bir pazarları yokum dedi. Burası senin mekanın gel birşeyler ikram edeyim istediğin zaman dedi. Normalde dersin ki ne bu samimiyet eşinmi dostun mu sadece sana döner sattı dersin. Ama sarılışında hissettim, sanki uzun süre görüşmeyen arkadaşlar gibiydik. Işılın okulda olduğu bir gün gideceğim yanına. Dönerci de Kuntta bana müziği sordular. Onlara bundan bahsettiğimi hatırlamıyorum. Dershaneye giderken oturur döner yerdim. Beşiktaşı o zaman eğlenceli kılan adamlardı onlar. St.Michelden çıkar nişantaşı gerekli şeylere gider Spawn alır eve gelir okur beşiktaşa iner definede döner yerdik. Sonrada Sinanpaşaya gider oyunlara bakardık. Şimdi tutupta o günleri özlüyorum diyemem çünkü Işılsız bir zamanı özleyemem..
Aklım orada kalarak çıktım yürüdüm eve. Derya aradı geldi. Ben telleri değiştirirken sohbet ettik. Ona aldığım Alien posterini ve rotring kalemleri görünce oda çok mutlu oldu. Derya çok iyi çocuk çok seviyorum onu, iyi bir dost. Sonra çıktık o metro büse bindi bende metroya indim. Şişhane hattı hala açılmamış mecburen meydanda indim. Tam indim bahadır aradı nerdesin diye. Galatasarayda buluştuk. minicik bir pide döner yedim. Et değil tavuktu. Yolda Barbarosla karşılaştım. Gitarın sapını cilalatmış. Pil aldım pedala. Oradan stdyoya geçtik. Çaldık sonra taksiye atladım eve geldim. Hafif kar yağıyor şimdi. Ve ben sevgilimin eksikliğini günün her saniyesinde fazlasıyla hissediyorum. Gündüz bunları yaşarken keşke o yıllarda ışılda olsa dedim. Oda bana diyordu ben sana keşke lisede aşık olsaydım diye. Evet, keşke lisede bulsaydım onuda şimdi anlattığım bu satırlarda o eksik olmasaydı. İnsanlar beni müzikle değil Işılla hatırlasalardı. Yada ben şimdi pencereden yağan karı elim onun saçlarında izleyebilseydim..
9 Şubat 2009 Pazartesi
Gidiyorum
Uzun süredir yazmadım, yazmayada gerek yok aslında çünkü artık sıkıntılar geçti gibi, sevgilimin yanına gidiyorum..
21 Ocak 2009 Çarşamba
Tales From The Thousand Lakes
İşte o kapak. Herkesin hayatımın albümü diye bahsedebileceği bir albüm varsa benim hayatımın albümü budur arkadaş. Nasıl bir müzik, nasıl bir atmosfer aman yareppi...
Herşey ben veled iken başladı. Bizim zamanımızda trt Rock Market yayınlardı. O zamanlar youtube olmadığı için internette olmadığı için muhtemelen bu adamların elinde 3-5 VHs tape vardı onları evirip çevirip veriyorlardı. Hatta sırasıyla bile söylerim sayarım yani Sepultura , Dokken, Slipknot filan diye yayınladıkları videoları. Bunların içinde böyle ekrana çıkınca ağzıma sıçan bi şarkı vardı Black Winter day diye. Deliler gibi kaydettiğim vhs tape ten bunu izliyodum dinliyodum mono televizyonda. Mp3 te yok o zaman tabi. Ya cd alacaksın ya radyoda duyacaksın. Bu olayların akabinde doğumgünümde bana bu albümün orjinal cdsi geldi , ilk orjinal cdlerimden biridir. Böyle albümü dinliyordum ve kartonete bakıyordum bir yandan. Salak gibiydim ağzımdan salya akıyordu.
Into Hiding albümün introsu akabinde girdi. Melodi çok feciydi zaten bu şarkı daha sonra sittin tane grup tarafından içine edilerek coverlandı. Şarkıdaki clean vokaller korkunç başarılı. O vokalleri yapan grupla alakasız amcayı ben araştırdım doğru dürüst bir grupta yaptığı bir iş yok sadece bu albümde cleanleri yapıp gitmiş. Ziyan olmuş herif. Daha sonraki albümde madem clean vokal yapçaksınız niye bu adamı değilde o zıpır ibneyi alıyorsunuz anlamadım zaten. Neyse albüme devam edelim. Castaway de ilk şarkı gibi doğu melodileriyle girer, tamamıda bu melodiler çerçevesinde gider " One wing ruffled the water and the other swept the sky, the castaway ! " Şarkı girişinin aksine slow bir tempoyla biter. Bu ilk iki şarkının müzikal yapısı, vokal altı leadleri aklımı çalan şeydir. Yıllarca bu tarz şeyler yapmama sebep olmuştur. Dördüncü şarkı "First Doom" önceki şarkının ardından çok gaz bir şekilde girer. Bu şarkıları stdyoda ben kaydediyor olsam yerimde duramam dedirtir. Şarkı 90-95 arası avrupa doom furyasının tüm karanlığını albüme sokmuştur. Arkasından gelen herkesin bildiği orospu şarkı " Black Winter Day" ise adının aksine bana First Doom kadar karanlık gelmemektedir. Yine clean vokaller muhteşemdir. Elemanın kullandığı analog synth ise tadından yenmeyecek tonlar verir şarkıya. Bu şarkının singleının sweatshirtü vardır elimde hala giyerim zaman zaman. Türkiyede her genç giymiştir gibime geliyor. Metal dinleyipte görmeyen yoktur. "Darker than that, gloomier than an autumn night" Şarkının klibi de apayrı bir efsanedir. Kıskanıyorum. Ondan sonra bizim Sühaaaaa ile favori şarkımız gelir. "Drowned Maid"e zaten kim dinlese girişte tav olur. Stdyolarda çalarız. Severiz. Eskiden yollarda bağırarak yürürdüm " let not my brother even in this world water his warhorse upon the seashore" diye. Hala dinledikçe çocukluğuma maçkadaki eve dönerim. " i, a bird, untimely died". Şarkı beni Amorphisin lead tonlarına hayran eden şarkıdır. Genç savaş bu şarkıyla headbangi öğrenir. Şarkıdaki ani mod değişimleri göze çarpan kuvvetli bir mevzudur. Müzikal olarak albümü sırtlamaya adaydır. Lakin asıl bomba sonra gelecektir...
Dalga seslerinden "in the beginning" çıkar. Clean vokal abimiz yardırmaktadır. Albümün en hoş leadlerinden biriyle açılır. Şarkının devamındaki hızlı bölümün arkasındaki klavyeleri ben çok sonra farketmişimdir seneler sonra büyüyünce. Şarkının sonunda ise benim bu deyimim yaratmama sebep olan 60-70 lerin kerane klavyesi solo atar. Şarkı bitince davul atağı ile "Forgotten Sunrise" girer. Saygıyla eğiliyorum. Gençliğime fon müziği yapacağım şarkıdır. Bu şarkıyla albüme karanlık birden çöker tekrar. Eğer bu bir doom death albümü ise albümün doomu budur. Üstümü başımı hüzün eder ve gider. "To Fathers Cabin" ise benim bu albümde en uzak olduğum şarkıdır. İlk defa albümde sevmediğim bir bölüm çıkar. Ben bu şarkının naşını hiç sevmem ama 01:40 tan sonrasına da taparım zaten şarkı enstrumantal olduğu için kısadır. Buna kısa derken şimdi dikkat ediyorum albümdeki tüm şarkılar yaklaşık aynı uzunlukta.
Son şarkı "Magic and Mayhem" için yepyeni bir paragraf açıyorum. Bu nasıl giriş, bu nasıl gelişme , bu nasıl sonuç. Bu nasıl bir şarkı. Demin favorimdir değildir, favorimdir demiştim ya. Aha budur favori. Nasıl bir gaz. Nasıl bir müzikalite. Yaratıcı klavyeler. Bu müziğe bu klavyeleri kim koymayı akıl etmiş. Aklım başımdan uçar gider ve albüm şöyle biter;
Herşey ben veled iken başladı. Bizim zamanımızda trt Rock Market yayınlardı. O zamanlar youtube olmadığı için internette olmadığı için muhtemelen bu adamların elinde 3-5 VHs tape vardı onları evirip çevirip veriyorlardı. Hatta sırasıyla bile söylerim sayarım yani Sepultura , Dokken, Slipknot filan diye yayınladıkları videoları. Bunların içinde böyle ekrana çıkınca ağzıma sıçan bi şarkı vardı Black Winter day diye. Deliler gibi kaydettiğim vhs tape ten bunu izliyodum dinliyodum mono televizyonda. Mp3 te yok o zaman tabi. Ya cd alacaksın ya radyoda duyacaksın. Bu olayların akabinde doğumgünümde bana bu albümün orjinal cdsi geldi , ilk orjinal cdlerimden biridir. Böyle albümü dinliyordum ve kartonete bakıyordum bir yandan. Salak gibiydim ağzımdan salya akıyordu.
Into Hiding albümün introsu akabinde girdi. Melodi çok feciydi zaten bu şarkı daha sonra sittin tane grup tarafından içine edilerek coverlandı. Şarkıdaki clean vokaller korkunç başarılı. O vokalleri yapan grupla alakasız amcayı ben araştırdım doğru dürüst bir grupta yaptığı bir iş yok sadece bu albümde cleanleri yapıp gitmiş. Ziyan olmuş herif. Daha sonraki albümde madem clean vokal yapçaksınız niye bu adamı değilde o zıpır ibneyi alıyorsunuz anlamadım zaten. Neyse albüme devam edelim. Castaway de ilk şarkı gibi doğu melodileriyle girer, tamamıda bu melodiler çerçevesinde gider " One wing ruffled the water and the other swept the sky, the castaway ! " Şarkı girişinin aksine slow bir tempoyla biter. Bu ilk iki şarkının müzikal yapısı, vokal altı leadleri aklımı çalan şeydir. Yıllarca bu tarz şeyler yapmama sebep olmuştur. Dördüncü şarkı "First Doom" önceki şarkının ardından çok gaz bir şekilde girer. Bu şarkıları stdyoda ben kaydediyor olsam yerimde duramam dedirtir. Şarkı 90-95 arası avrupa doom furyasının tüm karanlığını albüme sokmuştur. Arkasından gelen herkesin bildiği orospu şarkı " Black Winter Day" ise adının aksine bana First Doom kadar karanlık gelmemektedir. Yine clean vokaller muhteşemdir. Elemanın kullandığı analog synth ise tadından yenmeyecek tonlar verir şarkıya. Bu şarkının singleının sweatshirtü vardır elimde hala giyerim zaman zaman. Türkiyede her genç giymiştir gibime geliyor. Metal dinleyipte görmeyen yoktur. "Darker than that, gloomier than an autumn night" Şarkının klibi de apayrı bir efsanedir. Kıskanıyorum. Ondan sonra bizim Sühaaaaa ile favori şarkımız gelir. "Drowned Maid"e zaten kim dinlese girişte tav olur. Stdyolarda çalarız. Severiz. Eskiden yollarda bağırarak yürürdüm " let not my brother even in this world water his warhorse upon the seashore" diye. Hala dinledikçe çocukluğuma maçkadaki eve dönerim. " i, a bird, untimely died". Şarkı beni Amorphisin lead tonlarına hayran eden şarkıdır. Genç savaş bu şarkıyla headbangi öğrenir. Şarkıdaki ani mod değişimleri göze çarpan kuvvetli bir mevzudur. Müzikal olarak albümü sırtlamaya adaydır. Lakin asıl bomba sonra gelecektir...
Dalga seslerinden "in the beginning" çıkar. Clean vokal abimiz yardırmaktadır. Albümün en hoş leadlerinden biriyle açılır. Şarkının devamındaki hızlı bölümün arkasındaki klavyeleri ben çok sonra farketmişimdir seneler sonra büyüyünce. Şarkının sonunda ise benim bu deyimim yaratmama sebep olan 60-70 lerin kerane klavyesi solo atar. Şarkı bitince davul atağı ile "Forgotten Sunrise" girer. Saygıyla eğiliyorum. Gençliğime fon müziği yapacağım şarkıdır. Bu şarkıyla albüme karanlık birden çöker tekrar. Eğer bu bir doom death albümü ise albümün doomu budur. Üstümü başımı hüzün eder ve gider. "To Fathers Cabin" ise benim bu albümde en uzak olduğum şarkıdır. İlk defa albümde sevmediğim bir bölüm çıkar. Ben bu şarkının naşını hiç sevmem ama 01:40 tan sonrasına da taparım zaten şarkı enstrumantal olduğu için kısadır. Buna kısa derken şimdi dikkat ediyorum albümdeki tüm şarkılar yaklaşık aynı uzunlukta.
Son şarkı "Magic and Mayhem" için yepyeni bir paragraf açıyorum. Bu nasıl giriş, bu nasıl gelişme , bu nasıl sonuç. Bu nasıl bir şarkı. Demin favorimdir değildir, favorimdir demiştim ya. Aha budur favori. Nasıl bir gaz. Nasıl bir müzikalite. Yaratıcı klavyeler. Bu müziğe bu klavyeleri kim koymayı akıl etmiş. Aklım başımdan uçar gider ve albüm şöyle biter;
"hey there, tiny wench
my perpetual serf
put stew in a pot
bring water for the guest
before we part
before your neck is broken
you strike first
son of the north"
my perpetual serf
put stew in a pot
bring water for the guest
before we part
before your neck is broken
you strike first
son of the north"
Sıkıntı - part 3
Bazen hiçbirşey yetmez sıkıntıyı yoketmeye. Sınav olmaz dert olmaz hava kötü değildir tvde güzel şeyler vardır falandır filandır tüm şartlar elverişlidir. Ama mutlaka sıkıntı bir yerlerde pusuda beklemektedir. En nefret ettiğim şey ise huzurlu bir ortamı kıçımı yırtarak yaratmışken dolaylı yoldan bozan 3. kişilerdir. Sıkıntını yenmenin tek yolu böyle durumlarda kendini başka şeylere vermektir. Yada ortam elverişliyse o 3. kişi çivili sopalarla eşşek sudan gelinceye kadar dövülerek refaha ulaşılır...
14 Ocak 2009 Çarşamba
Immortal Son
Geldim, kimsenin okumadığı bloguma geri döndüm. 12 günlük ayrılığın sebebi tabii ki de istanbul üniversitesinin final döneminin beni alıkoymasıydı. Birşeyler yazmaya geçirdiğim bu günleri özetleyerek başlayabilirim.
En son yılbaşında ölen çocuklara orospu diyen amcadan bahsettiydim. O amca benim yazımdan utandı ve ertesi sabah istifa etti. Süper oldu. Sonra Kemancıda çaldım bok gibiydi konser. En azından dışarıdan anlaşılmasa da benim hedeflediğimin çok altındaydı performans. Konseri izleyen gün okulda ekonomi sınavına girdim. Vizem 10 geçmem için 70 almam lazım ama ben anca 50 alırım daha açıklanmadım sınav omadı bütte halledeceğim onu. Sonra Manyetik prospeksiyon olduk ertesi gün, BB geldi. Ertesi gün Gravimetri olduk oda iyi geçti açıklanacak güzel birşey gelecek. Bu arada ben devamlı Rüstemde kaldım birbirinden komik olaylar yaşandı. Onları apayrı bir yazıda ele almak gerekiyor. Perşembe günü Zemin sınavı oldu ve sadece 2 (iki) kişi geçebildi. Kaldım ben ama Rüstem geçti. Beni çalıştırcak artık büte. Elektrikte iyi geçti cuma, kalmayacağımı umuyorum kalsamda bütte koyarım çocuğu. Bugün ise sismoloji olduk. Sınav kolaydı normalde zor sorara bu adam hep. Dönem başında bu dersten kalacağımı hesaplamıştım. Şimdi güneş doğdu dünyaya. Perşembe cuma basit sınavlar var onlar pek umrumda değil tek umrumda olan Işıla kavuşmaktı. Oradayken çok özledim onu. Cumartesi soluğu onun yanında alacağım bir bitsin şu sınavlar. Eve gelir gelmez kendimi Ranmalara animelere verdim acayip stress dolmuşum. Hadi siz şimdi Final Fantasy: Legend of the Crystals animesindeki ELEMENTAL TRAVEL isimli şarkıyı dinleyin. Son zamanlarda duyduğum en güzel şarkı..
2 Ocak 2009 Cuma
Nasıl öldürelim ?
Bu elinde zımbırtılarla gördüğümüz amca esnaf değil. Böyle nalbur gibi bi elinde boru öbür elinde plastik bunları satmaya uğraşmıyor. Bu el arabasında hıyar satan İLYAS SALMAN kıyafetli amca ANKARA DOĞALGAZ kurumunun GENEL MÜDÜRü. En baştaki adam yani. Böyle kravatlı filan çıkıp resmi ve olgun şeyler konuşmasını beklediğim bir adam.
Demin star haberde izledim amcayı. Böyle tüylerim diken diken oldu ağzını burnunu kırasım geldi. Pek çok sebebi var; anlatayım.
Amca yılbaşı gecesi gaz sızıntısından ölen 7 genç ile ilgili konuşurken çocuklara itafen sürekli CESET diyor. Olaydan bahsederken devamlı HADİSE kelimesini kullanıyor. Yani acı bir olay değil bu, bir hadise. Hani su borusu patlaması, evi su basması yada tenceredeki yemeğin yanması gibi bir hadise. Ya hepsini geçtim bir haberci soruyor neden kravat takmıyorsunuz diye, adam diyorki kravata karşı bi tepkim yoktur; sağda solda kravatlı resimlerimide bulabilirsiniz. Ya orası komiklik yapılacak yermi. Hadi bunu da geçtim amca apar topar kalkıyor suyundan içiyor ezan okundumu diye soruyor CUMANIZ MÜBAREK OLSUN diyerekten cuma namazına yetişmek için soruları kesip toplantıyı bırakıp gidiyor. En son olarak olay yerini soran bir haberciye, " orayı görmek istemezdiniz çocukların birisi orada birisi burada KİMİSİ ÇIPLAK" diyor.
ULAN ÇOLUĞU ÇOCUĞU TELEVİZYONDA ÇIPLAKTILAR DİYE ANLATIP OROSPU İLAN ETMEK, ZATEN ÜZGÜN ANA BABASINA DAHA ÇOK ŞEY YÜKLEMEK, ÖLÜLERİN ARKASINDAN İFTİRAYSA İFTİRA GERÇEKSE GERÇEK, BUNU AÇIKLAMAK SANAMI KALDI KÖPEK !
1 Ocak 2009 Perşembe
.
O kadar sıkıldım ki sıkıntımdan uyuyamadım ve yeni yıla sıkılarak yalnız girmiş oldum. Keşke mümkün olsada istediğimde yokolabilsem bu sıkıntı son bulsa.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)